Neon Demon

Neon-Demon-05.jpg

Neon Demon, en basit tabirle; manken olma isteğiyle yanıp tutuşan bir genç kızın önce büyük şehirde sonra da mankenlik sektöründe harcanmasını anlatıyor. Farkı ise hemen her filmde tamamen masum olan kurbanın, burada zaman içinde oldukça kibirli ve katlanılmaz bir karaktere dönüşmesi. Görece normal başlayan 2016 yapımı film, sonlara doğru olağanüstü bir hale bürünüyor ve insanın kanını donduran bir finalle sona eriyor.

Filmleri izlerken yönetmenlerine pek dikkat etmem açıkçası, ancak bu filmin yönetmeninin Nicholas Winding Refn olduğunu söylemeliyim. Ryan Gosling’in başrolde oynadığı Drive filminin yönetmeni hani…

driv.jpeg

Filme dair eleştirilerin çoğu, konudan ve senaryodan çok görselliğe önem verilmesi olmuş. Bu sanırım Refn’in tarzı. Zira röpörtajlardan birinde renk körü olduğunu, bu nedenle canlı renkler kullanmayı yeğlediğini söylemiş. Ama yönetmene inanmayın, her iki filmin de oldukça karanlık çekimleri var. Neon renkleri bu şekilde daha dikkat çekici hale getiriyor.

Yine de hakkını yemeyelim, insana bambaşka bir deneyim yaşatan renkler ve estetik kareler, Refn’in değil görüntü yönetmeni hanım kızımızın (Natasha Braier) emeği. Çok güzel fotoğrafların art arda dizilmesi gibi, sanatsal bir çekimi olduğunu inkar edemem.

Farklı bir yapım ve herkese göre değil, kabul. Ancak filmde görselliğin ve estetikliğin bu kadar ön planda tutulmasının bir nedeni var. Her karakter yüzeysel. Hepsi. Onlar için en önemli şey güzellik ve film de bu yönde şekillendirilmiş. Estetikliğin ve rahatsız edici birkaç sahnenin dışında kurgusu boş. Üzgünüm Refn.

Bundan sonrası filme dair spoiler içerebilir, izleyecekseniz devam etmeyin!

the-neon-demone-one.jpg

Elle Fanning karakterinin canlandırdığı Jesse, filmin başlarında masum bir kız. Yanlış anlamayın, güzelliğinin ezelden beri farkında ve insanlardan ilgi görmek onu fazlasıyla mutlu ediyor. Ancak modellik sektörünün ne kadar acımasız olabileceğinin bilincinde değil henüz. Ya da olağandışı güzelliğinin onu ne kadar güçlü biri kıldığını tam olarak kestirememiş.

Elle Fanning’in böylesine abartılı bir güzelliği oynamak için yeterli olmadığını düşünenler olmuş. Diğer mankenlerin çok daha güzel olduğunu vesaire… Katılmıyorum. Filmin konusunun bu olmamasını bir yana bırakalım, ben bu karakteri oynayacak başka birini hayal edemiyorum. Jesse çok küçük bir kere, 16 yaşında. Oynayan aktrisin masum ve çocuksu yüz hatları olması gerekir. Fanning bu rol için biçilmiş kaftan. Şu güzelliğe bakın:

elle.jpg

Doğal olarak tanıştığı diğer modeller onu bir rakip olarak görüyor ve ona kıskançlıkla beslenen bir nefretle yaklaşıyorlar. Hatta Jesse’nin fotoğraflarını çekmeyi kabul eden fotoğrafçı çocuk Dean ve Jena Malone’un canlandırdığı makyöz Ruby karakteri dışında Jesse’ye iyi davranan kimse yok.

Jesse zaman içinde kendi güzelliğine aşık oluyor. En güzel ve hatta en mükemmel olma hırsı onu tamamen ele geçiriyor. Kibirli davranışları, erkek arkadaşı olma potansiyeli olan Dean’i bile kendinden uzaklaştırıyor.

Dean karakterinin üzerinde pek durulmamış. Başta oldukça tehlikeli göründüğü halde sonradan Jesse’yi kurtarmaya çalışıyor ve bana göre biraz kendiyle çelişiyor. Karakterin gerçek potansiyeli izleyiciden gizlenmiş, sonuçlanamadan karanlıkta bırakılmış gibi hissediyorum.

İzleyiciyi diken üstünde tutan çekimine rağmen olağan bir seyir izleyen filmdeki ilk absürt sahne, Jesse’nin kaldığı motele bir aslanın girmesi. Şehrin göbeğinde böyle bir şeyin olasılık dahilinde olduğunu düşünmüyorum. Bu noktadan sonra her şeyin yokuş aşağı gideceğinin sinyallerini verir gibi.

ZZ75817A28.jpg

Bu sahnede verilmek istenen mesaj bariz: Modellik sektörü de aslında modern bir şehirdeki yırtıcı aslan gibi. Uygar görüntüsünün altında tehlikeli ve hatta ölümcül. Yine de Refn daha mümkün bir yolla gösterebilirdi bunu. Tabii o daha iyisini bilir…

Filmde bir sürpriz daha var, Keanu Reeves! Evet, Matrix’teki Neo karakterinden bahsediyorum. Maalesef burada sadece beş dakika kadar ekranda görülüyor ve çok sevilecek bir rol üstlenmemiş. Jesse’nin kaldığı motelin sahibi. Sapık, orta yaşlı bir adam. Jesse gibi kasabasından kaçıp ünlü olma hayalleriyle Los Angeles’a taşınan küçük kızlara tecavüz ediyor. Jesse kıl payı paçayı kurtardıktan sonra artık tek güvendiği insan olan Ruby’e gitmeye karar veriyor. Yanlış bir seçim olduğunu bilmem söylememe gerek var mı?

nnn.jpg

Ruby çok çok yanlış eğilimleri olan bir eşcinsel. Makyözlük hamaratlarını yalnız mankenleri podyuma ya da çekimlere hazırlarken değil, ölüleri seremoniye hazırlarken de kullanıyor. En fazla tepki uyandıran sahne de kuşkusuz Ruby karakterinin bir kadın cesediyle seviştiği sahne olmalı. Biliyorum, korkunç.

Ruby bunun yanı sıra Jesse’nin güzelliğinden etkilenen karakterlerden birisi. Ölü seviciliği bir yana bırakalım – ki bırakılacak gibi değil – bir de pedofili olduğu ortaya çıkıyor. Unutmayalım Jesse her ne kadar büyük gibi davranmaya çalışsa da 16 yaşında, sadece bir çocuk!

Jesse’den beklediği karşılığı alamayan Ruby, her aklı başında insanın yapacağı gibi, ondan nefret eden modellerle baş başa verip onu öldürmekte karar kılıyor. Bu esnada Jesse kendini bekleyenlerden habersiz, hâlâ güzelliğinin sarhoşluğunu yaşıyor. Hatta ölmeden önce söylediği son şey (yanlış hatırlamıyorsam) “Ben onlar gibi olmak istemiyorum. Onlar benim gibi olmak istiyor.” gibi paçalarından ego sızan bir cümleydi.

neon18.png

Filmin ana karakterin ölümüyle sona erdiğini düşünebilirsiniz ancak hayır! İşkence devam etmeli.

Jesse’yi öldüren iki manken ve Ruby, Jesse’yi parçalarına ayırıp yiyorlar! Yeter mi? Yetmez. Kanında duş alıyorlar. Rahatsız edici görüntüler bunla da kalmayıp son hız devam ediyor.

Jena Malone’un anlamsız bir şekilde yerde kanadığı sahne mi dersin,

Modellerden birinin Jesse’nin gözünü kustuğu sahne mi dersin,

Yoksa diğer modelin o kustuğu gözü yediği sahne mi dersin…

eye.jpg

Burada gözü yedi arkadaşlar. Diğer model arkadaşı Jesse’nin gözünü kustuktan sonra tam karşısında intihar etti ve bu dostumuz da ağlayarak o gözü yedi. Ve sonra hiçbir şey olmamış gibi çekimlere gitti. Bunları yazarken bile rahatsızlık duyuyorum, yönetmen nasıl böyle bir filmi çekerken kendinden şüphe etmemiş anlayamadım.

Bu kadar rahatsız edici görüntüyle izleyiciye verilmek istenen temel mesaj, güzelliğin ne kadar tehlikeli bir ticaret malzemesi olduğu. Hırs ve kibrin insanı ne hale getirebileceği. Masum görüntüsünün altında modellik sektörünün ne kadar zehirli bir bela olduğu. Daha devam edebilirim ama bunlar zaten bildiğimiz şeyler değil mi?

Bir yandan kadınları güzelliklerine göre yarıştırırken bir yandan da güzellik hırslarının nereden geldiğini merak etmek saçmalık olurdu doğrusu. Sadece en güzelin ön plana çıktığı sektörde, kimse çirkin olduğunu kabullenmek istemez.

models.png

Yapılan nice estetik ameliyatları, kilosundan şikayetçi olup anoreksi illetine yakalanmış ve hatta hayatını kaybetmiş kızlar, dış görünüşüyle alay edildiği için intihar eden gençler…

Yanlış anlamayın, kimseyi suçlu göstermiyorum. Hepimiz yapıyoruz bunu. Güzel birini görünce imreniyoruz. Burnunu, kaşını, gözünü beğenmediğimiz kimseleri, belki içimizden belki de seslice, ölesiye eleştiriyoruz.

Eleştirilerimizin hedefleri kimi zaman çevremizdekiler – ve hatta kendimiz – oluyoruz ancak hadi kabul edelim, en çok da ekrandakilere batırıyoruz sivri dilimizi. Sanki ünlü olan herkes kusursuz olmak zorunda gibi… Sadece bunları bilerek güzellik hırsının nereden kaynaklandığını merak etmek anlamsız. Nedeni biziz. Hepimiziz.

ell.jpg

Kendi hırsları yüzünden başkalarına zarar vermenin savunulacak bir tarafı yok, siz de taktir edersiniz ki. Film bunu götürülebilecek en uç noktaya sürükleyip yamyamlığa kadar gidiyor. Amaç sadece bir rakibi eleyip onu öldürmek değil. Ya da delil niteliğindeki cesedi ortadan kaldırmak da değil. Sanki güzelliğin vücut bulduğu Jesse’nin bir parçasını tüketirse, kendisi de öyle güzel olacakmış gibi hastalıklı bir düşünce var filmdeki modellerde. Motel odasındaki aslanın fırsatını bulsa yapacağı gibi, yırtıcı bir kıskançlığa kurban gidiyor Jesse. Ve hırs, en vahşi hayvandan bile daha ölümcül.

Ruby karakterinin Jesse’ye duyduğu ilgi ise küçük yaştaki çocukların dahi medyada cinsel bir obje gibi sunulmasına atıfta bulunuyor, bu çok net. 16 yaşındaki bir kızın erişkin insanların estetik (cinsel demeye dilim varmıyor) ihtiyaçlarını tatmin etmek gibi bir görevi yok, olmamalı. Yine senarist bunu anlatmak için aşırılığa gitmeye, çirkinliği tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermeye karar vermiş. Keanu Reeves’in 12 yaşındaki bir kıza tecavüz etmesinin, Ruby’nin Jesse’yi zorla öpmesinin başka bir açıklaması olamaz.

ddd.jpg

Her şeye bir anlam yükleyebilmeme rağmen Ruby’nin bir kadın cesediyle seviştiği sahneye yükleyemedim. Olmuyor. Bu davranışın bir açıklaması olamaz. Kimse tarafından sevilmediği için çareyi reddedilemeyeceği bir bedende mi arıyor dersiniz? Eminim ki Ruby karakterini ya da hastalıklı düşüncelerini daha insancıl yollarla anlatmanın bir yolu vardır… Bu haliyle, sadece rahatsız edici. Belli ki yönetmen dikkat çekmeye çalışmış ve başarılı olmuş da. Çünkü bu kısmın tepki toplamaktan başka filme hiçbir katkısı olmadığını düşünüyorum.

Film eleştrisi tadında başlayıp sosyal mesajla sonlanan yazımı artık bitirmem gerek sanırım. İzlediklerinden kolay etkilenen bir insansanız, izlemenizi tavsiye etmiyorum. Sağlam bir senaryo ve inandırıcı karakterler içeren bir film arıyorsanız yine tavsiye etmiyorum. Nekrofili, pedofili, yamyamlık gibi insanlık dışı davranışlarla karşılaşmak istemiyorsanız hiç tavsiye etmiyorum.

Benim gibi garip filmleri izleyip onlardan mesajlar çıkarmayı seviyorsanız ileyebilirsiniz. Ya da yönetmen Refn gibi en çok görselliği ve renklere önem veriyorsanız, izlemenizde sakınca yok.

6/10

Zodiac

zzzz.jpg

Zodiac, 1960-1970’lerde Kuzey Kaliforniya’ya korku salmış gerçek bir seri katilin öyküsü. Kendisinin kim olduğu bugün hâlâ kesin bir şekilde bilinmediği için merak uyandıran bir konusu olduğunu söylemem gerekiyor. Yakın zamanlarda gerçekleşen Amerika’nın başkanlık seçimlerinde Ted Cruz’un Zodiac Killer olduğu ile ilgili birkaç espri dönmüştü, belki hatırlarsınız.

meme.png

2007 yapımlı filmi gizemli bir seri katili konu almasından daha da ilgi çekici yapan; Jake Gyllenhaal, Robert Downey Jr. ve Mark Ruffalo’nun başrollerde oynaması bana kalırsa. Bir de 2 saat 37 dakika sürmesi. Damakta Hint filmi tadı bırakabiliyor. Ben sonuna kadar sıkılmadan izleyebildim ama bir başkasının sıkılmayacağının garantisini veremiyorum maalesef.

Buradan sonrası film hakkında spoiler içerir, izlemeyi planlıyorsanız okumayın!

z.jpg

Jake Gyllenhaal’un canlandırdığı Robert Graysmith, bir gazetede karikatürist. Eşinden ayrılmış, tek çocuğuyla birlikte yaşıyor. Üstelik bulmacalara karşı neredeyse takıntılı. Zodiac’ın, işlediği cinayetlerle ilgili şifreli mektupları gazetenin editörlerine yollamasıyla bu takıntısının körüklendiğini söyleyebiliriz. Seri katille ilgili yazılmış her haberi titizlikle biriktiriyor ve katilin kim olduğunu bulacağına dair umudunu asla yitirmiyor.

Robert Graysmith: Onun… Onun kim olduğunu öğrenmem gerek. Tam karşısında dikilip gözlerinin içine bakmam ve katilin o olduğunu bilmem gerek.

Ne yazık ki gerçek katili bulduğunu – hatta onunla baş başa kaldığını – düşündüğü sahnede yaşadığı korku, bu kararlılığını sönük gösterecek cinsten. Teni soluklaşıyor, terlemeye başlıyor ve ürkütücü adamdan bir an önce kaçmanın yollarını arıyor. Gyllenhaal’un bu sahnedeki oyunculuğu şahsen olağanüstü buldum. Sonradan seri katilin ürkütücü adam olmadığını öğreniyoruz ancak gerilim sahnesinde en az Robert Graysmith kadar biz de yıpranıyoruz.

Peki Graysmith bu yüzleşmeden sonra duruyor mu? Hayır. Yaşadığı tüm korkuya rağmen, yeni eşinin ve üç küçük çocuğunun yaşadığı eve geceleri tehdit amaçlı telefon aramaları gelmesine rağmen kendine engel olamıyor. Merakına tamamen yenilmiş bir adam ve sonunda kendinin ya da sevdiklerinin öleceğini bilse bile devam ediyor. Tabii eşi çocukları da alıp evi terk ettiğinde hepimiz rahat bir nefes veriyoruz. Graysmith obsesif hareketlerine yakınında zarar görecek biri olmadan devam edebilir kanımca.

zodiac-two.png

Robert Downey Jr.’ın oynadığı Paul Avery ise yine aynı gazetede yazar. Vurdumduymaz ve kendini beğenmiş karakteri, Downey ekranlara oldukça güzel yansıtmış. Öte yandan Ironman gazeteci olsaydı tam da böyle olurdu diye düşünmedim değil. Ya adama sadece havalı rolleri veriyorlar ya da o canlandırdığı her rolü havalı hale getiriyor; karar veremedim.

Zodiac’la ilgili yazdığı asılsız ithamlar (Zodiac’ın eşcinsel olduğunu yazıyor) sonucu, Paul Avery seri katilin hedefi haline geliyor. Zodiac, öldürdüğü bir taksicinin kanlı gömleğini masasına yolladığında; ilk önce silah kullanmayı öğrenmek gibi kendini koruma yollarına başvursa bile en nihayetinde inzivaya çekilip korkularını alkolle boğmayı tercih ediyor. Çünkü Zodiac’ın izine 4 yıllık bir süre boyunca rastlanılmıyor.

zodiac-8.jpg

Mark Ruffalo ise Zodiac’ın bulunmasından sorumlu polis memuru David Toschi. Bebek gibi bir sesi olduğu dikkatimi çekti, söylemeden geçemeyeceğim. Yıllar sonra – Zodiac davası düşmek üzereyken – Robert Graysmith’in onu bulmasıyla seri katili bulma serüveni bir kere daha başlıyor. Kendi merakından başka hiçbir yetkisi olmayan Graysmith’e çaktırmadan yol göstermesi açısından, Toschi önemli bir karakter.

Polis sorgulamalarının hızla devam ettiği kısımlarda, karşı karşıya geldikleri şüphelilerden birisi Arthur Leigh Allen. Açıkça Zodiac olsa dahi bunu itiraf etmeyeceğini söylüyor. Üstelik kullandığı Zodiac marka saat, izleyicin aklında bir çok acaba bırakıyor.

Zodiac (1).jpg

Arthur Leigh Allen: Ben Zodiac değilim. Ve eğer o olsaydım, kesinlikle size söylemezdim.

Zodiac gerçekten bulunuyor mu? Hayır.

Robert Graysmith’in takıntısı haline gelen Zodiac’la ilgili bir çok bilgi toplaması ve kitap yazması ile filmin sona erdiğini söyleyebiliriz. Yani polisiye havasında ilerleyen film azmin zaferi temasıyla sona eriyor. Kendimizden eminsek asla pes etmemeliyiz falan filan.

Robert Graysmith’in topladığı bilgilere ve sonradan çıkardığı kitaba göre Zodiac, Arthur Leigh Allen. Zamanında seri katilden ölmeden kurtulmayı başarmış bir kurban, yıllar sonra kendisine ateş eden adamın Arthut Leigh Allen olduğunu doğruluyor ve ekran kararıyor. Anlayacağınız film, neredeyse seri katilin o adam olduğuna dair kesinlikle sona eriyor.

Ancak bitiş yazıları geçmeden önce izleyiciye verilen haber küpürleri bunu yalanlıyor. Sonradan yapılan DNA örneği incelemesinde Leigh Allen’ın uygun genetiğe sahip olmadığı bulunmuş! İzleyiciyi Zodiac’ın hâlâ hayatta olabileceğiyle ilgili şüpheye düşürüp, film sona erdikten sonra bile diken üstünde tutmak için etkileyici bir son. Neyse ki Türkiye’de yaşıyoruz.

7/10

Donnie Darko

ddd.jpg

Film raporlarına yakın zamanlarda izlediğim bir film olan Donnie Darko ile başlayacağım. 2001 yapımı filmde Jake Gyllenhaal’u başrolde görüyoruz ve etkileyici bir oyunculuk sergilediğini söylemeliyim.

Herkesin aklında soru işareti bırakan, tartışmaya açık bir yapıt Donnie Darko. Zamanda yolculukla ilgili fizik teorileri, şizofreni ile mücadele eden bir genç, iki metre uzunluğunda bir peluş tavşan ve muhteşem oyunculukları da hesaba katınca ortaya izlenmeye değer bir film çıkıyor.

Eğer filmi izleme gibi bir planınız varsa burada okumayı bırakmanızı tavsiye ederim çünkü ağır spoiler yiyebilirsiniz.

Donnie’nin ormanlık bir alanda uyanmasıyla başlıyor film. Henüz ilk on dakikayı doldurmadan, Donnie’nin normal bir ergen olmadığını anlıyoruz. İlaç kullanıyor ve düzenli bir şekilde psikiatristle görüşüyor. Uyur gezerlikten ve tam olarak isimlendirilmeyen “duygusal problemlerden” muzdarip ama durumundan pek şikayetçi olduğu söylenemez.

Rüyasındayken duyduğu işitsel halisünasyonlar eşliğinde kendini dışarıda bulduğu bir gecede, Dünya’nın sonunun yaklaştığını öğreniyor Donnie. Frank adındaki peluş tavşan, kıyametin ne zaman kopacağını en ince detayına kadar söylüyor hem de. 28 gün, 6 saat, 42 dakika ve 12 saniye sonra. Biliyorum, klişe bir konu ama zombie görmeyeceğiniz kadar kaliteli bir yapım olduğunun garantisini verebilirim.

donnie.jpg

O sabah kendi odası yerine golf sahasında uyanıyor Donnie. Böyle bir rüyanın pek hayra alamet olmadığını anlamak için müneccim olmaya gerek yok elbette. Nitekim evine gittiğinde nereden geldiği bilinmeyen bir uçak pervanesinin, tam da onun odasının olduğu yere düştüğünü görüyor.

Ve geri sayım başlıyor.

Halisünasyonlarının liderliğinde bir takım yasa dışı işlere bulaşıyor kahramanımız. Okulun su borularını patlatıp bir gün tatil olmasına neden oluyor örneğin. Ki bu hareketi ileride kız arkadaşı olacak Gretchen’la tanışması için ona bir fırsat sunuyor. Ya da herkesin yaşam koçu olarak tanıdığı – ve hatta orta yaşlı kadınların bir çeşit hastalıklı hayranlık beslediği – Jim Cunningham’ın evini yakarak çocuk pornografisiyle olan ilişkisini ortaya çıkarıyor. Bir nevi süper kahraman gibi ama yaşının getirdiği acemilikler de var diyelim…

darkko.jpg

Gretchen: Donnie Darko? Ne biçim bir isim bu böyle? Bir çeşit süper kahraman veya buna benzer bir şey adı gibi..
Donnie: Sana olmadığımı düşündüren nedir?

Gretchen’la ilişkilerinin filmin genel ilerleyişinde pek bir etkisi olmadığını düşünüyorum. Gretchen’ın ailesiyle ilgili önemli sorunları var ama hiçbir şekilde çözümlenmiyor. Sanki senaristler, tüm bu zorlukları Donnie’yi daha kolay kabullenebilsin diye yazmış hissi uyandı bende.

Gretchen’a aşık olmasının hayattaki güzel şeyleri fark etmesini sağladığına inananlar var. Bana kalırsa Donnie’nin hayatı bir kız arkadaş edindikten sonra pek güzelleşmiyor. Bakış açısı değişmiyor. Kendini feda edecek birisini bulduğunu düşünenler de var. Lakin ailesine bağlı bir insan Donnie. Gretchen’la hiç karşılaşmasaydı dahi filmin sonunda aynı kararı vereceğine inanıyorum. Kurgunun bir adım daha öteye gitmesi için gereken domino taşlarından birisi yalnızca.

donk.jpg

Donnie: Neden o aptal tavşan kıyafetini giyiyorsun?
Frank: Neden o aptal insan kıyafetini giyiyorsun?

Bu repliğin bu kadar ilgi görmesinin nedeni altında yatan felsefik anlamı tabii ki. Hepimiz bir maskenin altına saklanıyor, toplum düzenine ayak uyduruyoruz falan filan. Bilindik konular, ancak yaratıcı bir şekilde ele alındığı için eleştirmiyorum.

Beni en çok ürküten sahnelerden birisi sinema salonunda Frank’in başlığı çıkardığı yer olmuştu. Sol gözündeki yara izi biraz tadımı kaçırmıştı, ne yalan söyleyim.

roberta.gif

Roberta: Dünyadaki her canlı yalnız ölür. 

Gelgelerim Roberta Sparrow yani Ölüm Nine’ye… Donnie’nin sonradan okuyup benimseyeceği zamanda yolculuk kitabının yazarı. Rutinleşmiş hareketleri ve ileri yaşı bana ilk bakışta alzheimer olabileceğini düşündürse de bu kadında daha fazlası olduğunu seziyorum. Tek bir zaman dilimine hapsolmuş gibi. Bir posta kutusuna bir yolun öte ucuna ilerliyor. Her seferinde kimsenin gelmediğini bildiği halde posta kutusunu açıp kontrol ediyor. Donnie’den gelecek mektubu bekliyor.

Zaman bu filmde iki boyutlu değil. Yani bir ucu geçmişi bir ucu geleceği gösteren sonsuz bir doğrudan çok, içinde kestirmeler ve geçişler olan sonsuz boşluğu andırıyor. Roberta teyzeye de bu noktada hak vermemek işten değil.

Ekranda en fazla iki dakika boy göstermiş ihtiyarın önemi bununla bitmiyor. Belki de Donnie’nin en büyük korkusuyla yüzleşmesine neden oluyor Ölüm Nine. Yalnızlık.

Son nefesini verirken yalnız olacağını düşünmek, bambaşka bir anksiyeteye sebep oluyor Donnie’de. Açıkçası psikiatristine sarılarak küçük bir çocuk gibi çaresizce ağladığı sahne kalbime dokunmuştu. Yaşadığı her şeye rağmen baş karakterin; liseye giden, her gün karanlığıyla yüzleşmek zorunda kalan bir genç olduğunu hatırlatıyor izleyiciye.

alone.gif

Donnie: Yalnız olmadığıma inanmak istiyorum, ama bunu destekleyecek hiçbir kanıt bulamıyorum.

Filme en başından beri ilmek ilmek işlenmiş olan zamanda yolculuk teması, tam etkisini filmin son 20 dakikasında gösteriyor. Gretchen, aslında yalnızca Donnie’nin şizofrenik sanrılarının bir ürünü olmayan Frank’in arabası altında ezilip ölüyor. Bu noktadan sonra her şey sarpa sarmaya başlıyor.

Donnie Frank’i tam gözünün üstünde silahla vurup öldürüyor. Yani uçak kazasının gerçekleştiği günden beri Donnie’nin peşine takılan Frank, aslında Donnie’nin öldürdüğü çocukmuş. Kim bilir, belki Donnie şizofren değildir. Kendi canını kurtarmak isteyen Frank de bir şekilde zamanda yolculuk yapmayı öğrenip geçmişi değiştirmeye uğraşıyordur!

wormhole.jpg

Gökyüzünde koca bir solucan deliğinin açılmasıyla felaketler zinciri son hız devam ediyor. Annesinin ve küçük kız kardeşinin içinde bulunduğu uçak, hortuma kapılıyor. Ve tahmin edin ne oluyor? Uçağın pervanesi tam Donnie’nin odasına düşüyor. Kaynağı bulunamayan uçak parçası aslında gelecekten gelmiş yani! Gökteki solucan deliğinden sızıp bir şekilde yolunu bulmuş.

Donnie bunların hepsini çözmüş, dünyanın sonunun gelmemesi için kendisini feda etmesi gerektiğinin farkında. Ablasının alnına son bir kere öpücük bıraktıktan sonra odasına gidip ecelini bekliyor. Ve biz kendimizi tekrar o kazanın olduğu sabahta buluyoruz.

Donnie talihsiz kazada pervane altında ezilerek ölmüş, ailesi perişan, Gretchen onu hiç tanımıyor ve Frank hayatta.

slmqmrcgbncpd6hn4jhb.jpg

Donnie’nin kendini feda etmesi, Kelebek Etkisi’nin finalini anımsattı bana biraz. Eğer geleceği değiştiremiyorsan, denklemden kendini çıkarmalısın sorunsalı. Ancak bu filmde solucan delikleri, dünyanın sonu, geleceği görme ile ilgili yapılan atıflar durumu çok daha komplike hale getiriyor.

Üzerinde en çok düşündüğüm kısım uçak parçası. Donnie fedakarlık etmiş, dünyanın kurtulması için kendini feda etmiş olsa da o parçanın gelecekten geldiğini düşünüyorum ben. Yani annesi ve kardeşinin bindiği uçak düşecek ve ikisi her koşulda ölecekler.

Dünyanın sonunun gelmesi ise yeterince işlenememiş hatta tamamen havada kalmış gibi hissediyorum. Tamam 28 gün sonra dünya sona erecek, herkes ölecek. Ancak bunun Donnie ile bağlantısı nedir? Tek bir insanın yaşamına karşılık tüm insanlık takas edilebilir mi?

Gretchen ve Frank’in ölümleri Donnie yüzünden oldu, kuşkusuz. Onların hayatı için kendini feda etmesini anlayabilirim.

Ancak Dünyanın sonundan Donnie mi sorumlu? Bence değil.

Buna da filmde şöyle bir açıklama getirilmiş olduğunu belirtmeliyim; eğer iki paralel evren çakışırsa, her şey yok olur. Yani aynı anda iki ihtimalin gerçekleşmesinin mümkün olmadığı söyleniyor. Peki o zaman Donnie neden ilk seferde kurtuldu? En başından olması gerek onun ölmesi ise neden 28 günlük bir aralık verildi? Dünyanın kurtuluşu tamamen Donnie’nin insafına mı bırakılmıştı yani? Odasına dönmeyi reddetseydi kıyamet mi kopacaktı?

Olağanüstü her şeyi Donnie’nin şizofrenisine bağlayarak kestirip atmak geçse de içimden, üzerinde düşünülecek çok fazla tema içeren bir film Donnie Darko. Ana karakterin gözünden gördüğümüz için olayları, neyin gerçek neyin yalan olduğunun ayırdını yapmak mümkün değil. Biz de Donnie’nin yalancısıyız.

Filmin en güzel yanı ise her izleyenin farklı bir yorum çıkarabileceği kadar açık uçlu olması. Donnie kim? Dünyayı kurtamış bir kahraman mı, kafası karışmış bir ergen mi yoksa tamamen aklını yitirmiş bir şizofren mi?

9/10